Bir süredir İran’daydım. Daha önce de buraya geldiğim için, fazla yabancılık çekmedim.

İslam tarihindeki en acı olaylardan biri Kerbela meselesidir.

Yas tutanlar, Kerbela’da şehit edilen Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin’i dualarla andı.

Bu olay Tahran’daki yas sürecine beni daha çok yaklaştırdı. İran’ı anlamaya çalışmak, dünyaya daha farklı bir şekilde bakmayı öğretti.

Sevmek sözcüğünün anlamını bir kez daha sorgulamamı da sağladı.

Sokaklardaki yas törenlerini izlerken defalarca başka bir insan oldum. Birden fazla ‘Sayım’ olmayı özlemişim.

İran’ın eski uygarlıklar grubuna girdiği düşünüldüğünde, nüfusunun gelenek ve göreneklerine ne kadar bağlı olduğunu da görüyoruz.

İsfahan’da Si-o-se  Köprüsü’nü gezdim. 

İsfahan bir zamanlar Zayande Nehri’nin hayat verdiği bir şehirmiş.

Zaten Zayanderud, ‘hayat veren’ demekmiş Farsça’da.

O köprüden geçerken kitapçı bir dosta rastladım. Sergilediği kitaplar arasında Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” kitabı da vardı, hem de Farsçası.

Hemen kitabı aldım tabii.

Bu olay bana bavulla kitapçılık yaptığım yılları da hatırlattı.

Sadık Hidayet’i hâlâ okumadıysanız, okuyun derim.

Yaşadığı coğrafyanın ruhunu en iyi bilen yazarlardan biri.

“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızken yiyen, kemiren yaralar…”, Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş”unun giriş cümlesi buraya aldığım. İran beni hem kendime hem de Sadık Hidayet’e yaklaştırdı.

Bu daveti organize eden İran’la Türkiye arasında kültür elçisi gibi çalışan yazar Shahzadeh İgual’e ve İran Kültür ve Turizm Bakanlığı’na teşekkür ederim.

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sayim-cinar/sadik-hidayetin-irani-42493487

Categories:

Tags:

Comments are closed